Facebook

LinkedIn

Copyright 2019 Limon Kreatif.
Tüm Hakları Saklıdır.

8:30 - 18.30

Çalışma Saatlerimiz Hafta İçi

0 (216) 504 07 00(Pbx)

Bir Telefon Kadar Yakındayız

Facebook

Twitter

Menu
 

MAL VE HİZMET PİYASALARINDAKİ BÜYÜMELERİN REKABET HUKUKU BAKIMINDAN FAYDALARI

Eke&Şimşek Uluslararası Hukuk ve Danışmanlık Bürosu > Genel  > MAL VE HİZMET PİYASALARINDAKİ BÜYÜMELERİN REKABET HUKUKU BAKIMINDAN FAYDALARI

MAL VE HİZMET PİYASALARINDAKİ BÜYÜMELERİN REKABET HUKUKU BAKIMINDAN FAYDALARI

Mal ve hizmet piyasalarındaki teşebbüslerin büyümeleri hakkında rekabet ile ilişkisi bağlamında iktisat ve hukuk alanında birçok farklı görüş ortaya çıkmış ve 19. Yüzyıl itibariyle birçok farklı Rekabet Hukuku düzenleme ve uygulamaları var olmuştur. Bu görüş ve düzenlemeler, büyümelerin rekabete olan etkileri ve Rekabet Hukuku’nun bu konuda düzenleme yapıp yapmayacağı ve yapacaksa düzenlemelerin sınırlarının ne olacağı çerçevesinde olmuştur.

Bu çalışmanın amacı, mal ve hizmet piyasalarındaki büyümelerin rekabete ve dolayısıyla Rekabet Hukuku’nun hedeflediği faydalara olumsuz etkisi olduğu yönündeki görüşleri değerlendirmek ve söz konusu büyümeleri, Rekabet Hukuku’nun temel ekonomik faydaları bakımından değerlendirerek büyümelerin getirdiği ve getireceği faydaları incelemektir.

 

Mal ve Hizmet Piyasalarındaki Büyüme

Mal veya hizmet piyasalarındaki büyüme; teşebbüsler düzeyindeki ekonomik büyümeyi ifade etmektedir. Bağımsız karar alabilen ve ekonomik bütünlük teşkil eden piyasadaki üretici, pazarlayıcı ve satıcı bu birimlerin nihai hedefleri olan kar maximizasyonunu sağlamak için büyümeleri gerekliliktir. Bu büyüme çoğunlukla satış artışı olarak ifade edilir. Bununla birlikte teşebbüsün aktiflerindeki artış, bankaların mevduat ve kredilerindeki artışlar gibi faktörler de teşebbüsler açısından önem verilen diğer bazı büyüme alanları olarak kabul edilir (Öztunalı, 2008, s. 28-29).

Büyüme, faaliyet gösterilen sektörde olabileceği gibi, faaliyet alanı dışında yer alan sektörlere yönelik de olabilir. Bu kapsamda aynı sektördeki büyüme, kapasite artışı veya yeni pazarlara açılma şeklinde gerçekleşebilir. Büyüme temel olarak iki yöntem ile sağlanır. Bu yöntemler; içsel büyüme ve dışsal büyümedir.

 

İçsel Büyüme

Organik büyüme olarak da adlandırılan içsel büyümede, şirketler kendi faaliyetleri sonucunda oluşturdukları kaynaklar ile veya dışarıdan sağladıkları kaynakları yeni projelere yaptırmak suretiyle büyüme sağlarlar. İçsel büyüme çoğunlukla yavaş ve tedrici bir yapıya sahiptir. Bu yolla şirkete ve sektöre yönelik yeni kapasite yaratılır. Yeni kapasite yaratımı aynı zamanda arzın ve rekabetin artması anlamına gelebilir. Öte yandan içsel büyümede, şirketler arasındaki iş birlikleri de önemli bir yer tutmaktadır.

Teknolojik gelişmeyi ekonomik sürecin içine dahil eden içsel büyüme teorileri arasında, teknolojik gelişmeyi motive eden unsurlar açısından ikili bir ayrım yapılabilir. Bunlardan birincisi; teknolojik gelişmenin, birim maliyetlerin düşmesi şeklinde ortaya çıktığı ve üretim ve yatırım sürecinde kendiliğinden meydana geldiği kabulünden hareket eden ilk dönem görüşlerdir. Bu görüşler bilgi üretimini, bütün üretim ve yatırım faaliyetlerinin kasıtlı olmayan bir yan ürünü olarak görmüşlerdir. Sonuçta teknolojik gelişme de bir tür mal olan bilgi yatırımları sonucu ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir tür ise AR-GE modelleri olarak da adlandırılan, teknolojik gelişmeyi sağlayan bireylerin beşerî sermaye yatırımı yapma ve teşebbüslerin AR/GE faaliyetleri sonucunda yeni ürün ortaya çıkarma davranışlarını esas alan teknolojik gelişmenin bilinçli kararlarla inşa edildiğini savunan yeni dönem modelleridir (Yülek, 1997, s. 3).

Teknolojik gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik geliştirilen ve içsel büyüme modellerinde Schumpeterian fikirlere yer veren yeni dönem modellerden biri, içsel teknolojik gelişme modelidir. Bu model, üç önermeye dayanmaktadır (Romer, 1986, s. 72). Bu önermelerden ilki, teknolojik gelişme ekonomik büyümenin merkezinde yer almaktadır. İkincisi, teknolojik gelişme piyasa teşvikleri sonucu bilinçli faaliyetlerle ortaya çıkmaktadır. Sonuncusu ise, teknoloji girdisinin üretim maliyeti onun ilk sabit maliyetine eşit sayılabilmektedir.

İçsel büyüme modelinde AR-GE faaliyetleri sonucu geliştirilen her ürün, bir önceki ürünün ortaya çıkardığı bilgi stokundan faydalanılarak üretilmekte ve yarattığı dışsallıklar diğer üretim süreçlerine olumlu katkı yapmaktadır. Bu katkı sonraki AR-GE faaliyetlerinin maliyetinin düşmesi şeklinde görülmektedir. Bir diğer yeni dönem modeli ise dikey ürün geliştirme modelidir. Bu modelin, içsel teknolojik gelişme modelinden farkı, yeni bir ürünün ondan önceki ürünlerin eskimesine sebep olduğu görüşüdür.

İçsel büyüme modellerinden çıkan sonuçlar piyasa ölçeğinin büyüme için önemli olduğunu göstermektedir. Ekonomide araştırma ve yenilik miktarı ile büyüme oranı arasında doğrusal bir ilişki kurulması bu modellerin ortak özelliğini yansıtmaktadır (Yurttançıkmaz, 2014, s. 39).

 

şsal Büyüme

Dışsal büyümede şirketler, başka şirketleri satın alarak veya onlarla birleşmek yoluyla büyürler. Pazar veya kapasite satın alınması anlamını taşıyan dışsal büyüme, içsel büyümeye göre çok daha hızlı olmaktadır. Özellikle yeni pazarlara girilmesi ve oradaki fırsatların değerlendirilmesi gerektiğinde en hızlı yol olarak ortaya çıkmaktadır. Dışsal büyümenin, işleme taraf şirketlere sağlayacağı faydalardan bir kısmı şu şekilde sıralanabilir: üretim araçlarında uzmanlaşma, pazarlama fonksiyonunda ek tasarruflar sağlama ve üretim ve pazarlama faaliyetinde etkinlik sağlanması.

Üretim araçlarında uzmanlaşma; bir araç ya da makinenin tüm zamanı ve gücü belirli bir ürüne ayrılmak suretiyle belli bir ürünün daha büyük ölçekte üretilmesinden kaynaklanan maliyet tasarruflarının elde edilebilmesidir.

Pazarlama fonksiyonunda ek tasarruflar sağlanması; ürünlerin en yakın üretim birimlerinden teslim edilebilmesi sayesinde taşıma maliyetlerinden tasarruflar sağlanabilmesidir. Dışsal büyüme yolu ile gerçekleşmesi sağlanabilecek olan pazar fonksiyonundaki tasarruflar yanında reklâm ve satış çabalarının birleştirilmesi ile etkinlik daha da artırılabilir.

Üretim ve pazarlama faaliyetinde etkinlik sağlanması; şirketteki ileri üretim teknolojisinin veya pazarlama faaliyetlerindeki verimliliğin diğer şirkete transferinin sağlanmasıyla etkinliğin gerçekleştirilebilmesidir (Öztunalı, 2008, s. 12-14). Bu sayede günümüzde teknolojik ilerlemenin ortaya çıkardığı, pazara yeni bir mal veya hizmet girdiğinde, bu ürünün üretici teşebbüs tarafından belirlenen ve standart halini alan özelliklerinin, diğer rakip teşebbüslerce öğrenilmesi ve uygulanmasının kolaylaşması sağlanabilmektedir.

Dışsal büyüme amacıyla yapılan faaliyetler, yani şirketlerin, Türk Rekabet Hukuku mevzuatlarında belirtilen şekliyle teşebbüslerin, tek taraflı veya çok taraflı işlemlerle ya da birleşme ve devralmalar yoluyla gerçekleştirdikleri tekelcilik ya da kartelleşme faaliyetleri Rekabet Hukuku’nun temel düzenleme alanını oluşturmaktadır.

 

Rekabet Hukuku

Türk Hukukunda “rekabet” kavramı 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 3. maddesinde, “mal ve hizmet piyasalarındaki teşebbüsler arasında özgürce ekonomik kararlar verilebilmesini sağlayan yarış” olarak tanımlanmıştır.

Rekabet kavramı, sanayi devrimi sonrası ekonomide yaşanan değişimler itibariyle iktisat biliminin inceleme konusu olmuştur. Hukuk ve iktisat bilimlerinin ortak alanı olarak ortaya çıkan Rekabet Hukuku’nda da büyümeler rekabet eksenli tartışmalarda önemli yeri tutmuştur. Devletin piyasalardaki rekabete müdahalesinin gerekliliği ile bu müdahalenin sınırlarının belirlenmesi tartışmalarında büyüme kavramı birçok tartışmanın odağı haline gelmiş ve doktrinde çeşitli görüşleri beraberinde getirmiştir.

20. yüzyılın sonlarına doğru teknolojide yaşanan gelişmeler devrim niteliğinde görülmekte ve ekonomik dönüşümün temel sebebi olarak nitelendirilmektedir (Demiröz, 2003). Bu dönemde gerçekleşen küreselleşme ve telekomünikasyon devrimi ile başlayan süreç Yeni Ekonomi olarak adlandırılmaktadır.(Bayraktar & Kaya, 2016, s. 88-89). Ağ ilişkileri, bağlanma unsuru gibi rekabeti etkileyen yeni kavramların hâkim olduğu ticari ilişkiler etkisi ile ortaya çıkan yeni ve küresel ekonomi, rekabet anlayışında değişikliklere sebep olmuştur. Geleneksel ve yeni rekabet hakkındaki bu görüşlerden, Rekabet Hukuku düzenleme ve uygulamalarında en büyük yankıyı uyandıranlardan bazılarını açıklamak şarttır.

Neoklasik iktisatta rekabetin tanımı; çok sayıda piyasa aktörünün bulunduğu, alıcı ve satıcıların piyasa hakkında tam bir bilgiye sahip olduğu ve mobilitenin var olduğu varsayımı üzerinden yapılmıştır. Tam rekabet anlayışını benimseyen bu anlayışta, mal ve hizmet piyasasındaki satıcı, üretici ve dağıtıcı sayısının azalmasının, yoğunlaşma oranını artıracağı, dolayısıyla piyasadaki rekabeti azaltacağı ileri sürülmüştür. Bu sebeple Neoklasik görüş, büyümeye karşı çok sert bir tutum sergilemiştir (Esen, 2006, s. 26-27).

Avusturya Okulu yaklaşımı, piyasa içerisindeki satıcı, üretici ve dağıtıcıların sayısı fark etmeksizin, rekabetin sağlanmasının yolunun, rekabet tehdidinin varlığı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Böylelikle piyasada tek bir teşebbüs olsa dahi potansiyel rekabet, her zaman için tehdit edici bir unsur olacaktır. Piyasanın yeterince kârlı olduğunu gören diğer teşebbüsler de kısa bir süre içinde piyasaya girecekler ve tekelin aşırı kârına son vereceklerdir. Piyasa bu şekilde kendi kendisini düzenleyecektir (Hayek, 1996, s. 111). Bu sebeple Avusturya Okulu yaklaşımı, büyümenin her zaman için rekabeti bozacak nitelikte olmadığını savunmuş, devletin piyasalara müdahalesinin uygun olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Harvard Okulu yaklaşımı, bir endüstrideki performansın, tüketici faydası, istihdam, fiyat istikrarı, teknolojik ilerleme, AR/GE ve üretimdeki başarı gibi sonuçlarını, alıcıların ve satıcıların davranışlarının belirlediği, “yapı-davranış-performans modeli” olarak da ifade edilen düşünceyi Rekabet Hukuku literatürüne katmışlardır. Devletin, Rekabet Hukuku düzenleme ve uygulamalarıyla, vergi ve benzeri araçlarla bu temel şartlara müdahale ederek, yapı, davranış ve performansı belirlemesinin zorunlu olduğunu, aksi taktirde piyasadaki rekabetin sağlanamayacağını ileri sürmüşlerdir (Türkkan, 2001, s. 15-16).

Chicago Okulu yaklaşımı, George Stigler, Rober Bork, Richard Posner, Frank Easterbrrook, Ernest Gellhorn, Betty Bock gibi önemli düşünürlerin fikirleri temellerinde oluşmuş, “etkinlik” esasına dayanan görüşleri ifade etmektedir. Rekabet Hukuku kanunlarının tek amacının iktisadi etkinlikler vasıtasıyla sağlanacak tüketici refahının artışı olması gerektiği düşüncesi doğrultusunda piyasalardaki rekabete devlet müdahalesinin yanlış olduğunu ve elzem olmadıkça rekabete devlet eliyle müdahale edilmemesi gerektiğini savunmuşlardır.

Adam Smith’in “görünmez el” teorisi etrafında şekillenen bu görüş, rekabet kurallarının “pur se” yasaklardan oluşmasının piyasaya zarar verdiğini bu sebeple “rule of reason” ilkesi doğrultusunda yapılacak incemeler neticesinde Rekabet Hukuku kurallarının uygulanması gerektiğini savunmuştur. Ayrıca yine aynı gerekçeler ile büyüme konusunda rekabet kurallarının esnetilebileceğini savunmuşlardır (Esen, 2006, s. 29).

Mal ve hizmet piyasalarında yaşanan değişimler sonucunda geleneksel rekabet teorileri de birçok yeni görüş ve kavram ile farklılaşmıştır (Söylemez, 2001, s. 13). Bu yeni görüşler yeni ekonomi düzeninde mal ve hizmet piyasalarındaki büyümenin günümüzde kaçınılmaz ve yararlı olduğu konusunda ortak fikirde olan birçok görüş bulunmaktadır. Ekonomik kaynaklar tezi, büyük firma teorisi, küreselleşme sonucu ortaya çıkan rekabet gücü ile ilgili analizler, rekabet teorisinde ortaya çıkan yeni dönem görüşlerindeki bazı yeni kavramlardır (Özkan H. , 1992, s. 14).

 

Büyümelerin Rekabet Hukuku Bakımından Değerlendirilmesi

Serbest piyasa ekonomilerindeki merkezi önemi doğrultusunda Rekabet Hukuku’ndan beklenen faydalar, iktisadi anlamda rekabetten beklenen faydalarla paraleldir (Sanlı, 2000, s. 8). Piyasalarda serbest rekabetin gerçekleştirilmesinden öncelikli olarak ekonomik faydalar umulmakta ve dolayısıyla, Rekabet Hukuku’nun öncelikli amacını ekonomik yaşamın serbest piyasa ekonomisi kurallarına göre şekillendirilmesi yoluyla rekabetin sağlanması ve korunması teşkil etmektedir.

Toplumsal refahının; üretim faktörlerinin ve kaynakların en verimli biçimde kullanılması, mal hizmet üretiminin tüketici tercihlerine göre yönlendirilmesi, gelir dağılımının bireylerin piyasadaki iktisadi davranışları doğrultusunda adil bir şekilde belirlenmesi yoluyla sağlanması rekabetin, dolayısıyla Rekabet Hukuku’nun statik faydalarıdır. Üretimin değişen ekonomik koşullara uyum sağlaması ve teknolojik gelişimin sağlanması ise rekabetin dinamik faydaları olarak kabul edilir.

Rekabet Hukuku ile elde edilmek istenen yararlar, ekonomik faydaların yanında diğer birtakım sosyal ve siyasi yararları da kapsar (Agrew, 1985, s. 25). Rekabet Hukuku’nun öncelikli amacı ekonomik faydalardır. Bu ekonomik amaca ulaşılırken, bunun sosyal ve siyasal alandaki sonuçları kendiliğinden gerçekleşir. Genel olarak Rekabet Hukuku ile elde edilmek istenen faydaları üç başlık altında değerlendirmek mümkündür. Bunlar ekonomik, sosyal ve siyasi faydalardır. (Aslan, 1998, s. 3).

Bu çalışmada çalışmanın konusuna bağlılığın sağlanması amacıyla yalnızca ekonomik faydalar üzerinde durulacaktır.

ABD Hukuku’nda, AB Hukuku ve Türk Hukuku’nda ortak olarak, Rekabet Hukuku düzenlemeleri ve uygulamalarıyla amaçlanan öncelikli hedefi olarak serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılması yoluyla ekonomik verimliliğin sağlanmasıdır (Ersin, 1994, s. 24). Ekonomik verimliliğin sağlanması, Rekabet Hukuku’nun toplum refahını sağlama fonksiyonunu yerine getirmek için öncelikli ve temel hedefi konumundadır. Rekabet Hukuku’ndan beklenen bu ekonomik faydalar genel anlamda; üretimde verimlilik ile kaynak dağılımında verimliliği ifade eden statik verimlilik ve dinamik verimlilik olarak ikili ayrıma tabi tutularak incelenebilir.

 

Statik Verimliliğin Sağlanması Bakımından

Ekonomik faaliyette bulunan teşebbüsler, piyasa içerisindeki varlıklarını korumak ve pazar paylarını artırabilmek için kâr etmek durumundadırlar. Serbest rekabetin hâkim olduğu piyasalarda faaliyet gösteren teşebbüslerin daha fazla kar edebilmesinin yolu ise, üretim maliyetlerinin düşürülmesine bağlı olarak ucuza mal bulmak ve mevcut kaynakları daha etkin kullanmaktır. Bunun doğal sonucu ise, üretimde verimliliğin sağlanmasıdır. Maliyeti gerektiği ölçüde düşüremeyen teşebbüsler ise, rakiplerin baskıları sonucu pazarlarını kaybederler (Sanlı, 2000, s. 8).

Kaynak dağılımında verimlilik; belirli bir malın ne kadar üretileceği ve toplumsal değerlerin ne şekilde tahsis edileceği ile ilgilidir (Akıncı, 2001, s. 13). Toplumdaki ekonomik kaynakların sınırlı olması sebebiyle, bütün kaynakların kullanıldığı durumda her bir maldan ancak belirli bir miktar üretilebilmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Bir malın üretimi artırıldığı zaman başka bir malın üretiminin düşürülmesi bu sonucun bertaraf edilmesi anlamında zorunluluk teşkil eder. Çünkü hammadde, işgücü, sermaye gibi kaynaklar toplumda sonsuz miktarda değildirler (Stigler, 1949, s. 14-15). Rekabet, kaynak dağılımında verimliliğin temininde en etkili yöntemdir ve kaynakların, tüketicilerin her bir malı elde etmek arzusu ve o mala verdiği ekonomik değere göre dağılımını sağlayarak, toplum refahının artmasını sağlar (Whish & Bailey, 2012, s. 12-13).

Geleneksel rekabet anlayışlarında rekabetin bulunduğu bir pazarda teşebbüsleri daha rasyonel üretim yapmaya iten temel neden, rakipler karsısında üstün olabilmek için maliyet avantajı sağlama gereği olduğu, rekabetin ve rekabet baskısının bulunmadığı tekel piyasalarında ise, kâr ve pazar payı diğer teşebbüslerin ekonomik faaliyetlerinden etkilenmediğinden hareketle tekel olan teşebbüs maliyetlerini düşürmek için çaba sarf etmeyeceği ve üretimde verimliliği önemsemeyeceği görüşü baskındır. (Akıncı, 2001, s. 99).

Geleneksel rekabet anlayışlarında; her bir teşebbüsün üretim miktarının, piyasanın tümünü etkileyemeyecek kadar küçük olduğu ve her bir firma üretim miktarını piyasa fiyatıyla son ürettiği malın marjinal gidere eşit olacak şekilde belirlediği görüşü bulunmaktadır (Mansfield, 1979, s.202-203). Bu durumun, rekabet piyasasında faaliyet gösteren teşebbüslerin marjinal gelirlerinin fiyata eşit olmasının sonucu olduğu belirtilerek, tekel konumundaki bir teşebbüssün, bir fazla mal satması halinde elde edeceği marjinal gelirin, satış fiyatına eşit olmayacağından, fazladan arz edilen her bir malın, fiyatın düşmesine yol açacağı düşüncesi hakimdir. Bu düşünce neticesinde, tekel konumundaki teşebbüslerin; üretim miktarını talebe göre değil, marjinal giderini marjinal gelirine eşit olacak şekilde belirlemesiyle, üretim miktarının azalmasına ve toplumsal kaynakların tahsisinde tüketicilerin etkilerinin ortadan kalkmasına yol açtığı sonucuna varılmaktadır (Scherer, 1980, s. 14).

Büyük teşebbüslerin, ekonomiler bakımından faydalı sonuçlar ortaya koyduğu ve bu faydaların rekabetin sınırlanmasına haklı gerekçe teşkil ettiği görüşü literatürde uzun zamandır yer almaktadır. Bu görüşler genel anlamda, büyük teşebbüslerin kendilerine nazaran daha küçük olan rakipleri karşısında birçok açıdan avantajlı durumda olduklarını ileri sürmektedirler (Hahn, 2001, s. 9-10). Çünkü büyüyen teşebbüslerin, sürüm ve satış imkânı düşük olan piyasalardan, daha kârlı alanlara yönelmesi, kaynakların kullanımında verimliliği sağlamaktadır (Clark, 1965, s. 64).

Mal ve hizmet piyasasındaki üretici, satıcı ve dağıtıcıların büyümeleri, ekonomik ve teknolojik ilerleme bakımından vazgeçilemezdir. Büyük teşebbüsler, sahip oldukları ekonomik güç sayesinde, hammadde alımlarını büyük miktarlarda, dolayısıyla daha ucuz fiyattan yapabilmektedirler. Sabit gelirlerini ve genel harcamalarını daha büyük bir miktarda üretime dağıtabilir, üretim kapasitelerini daha iyi kullanabilirler (Rosner (Uyanış), 2001, s. 88).

Diğer bir konu da optimal teşebbüs büyüklüğünü aşan bir teşebbüs büyüklüğüdür. Böyle bir teşebbüs, daha büyük bir satış ve sürüm organizasyonu sayesinde birim başına satış ve sürüm giderlerinin düşürülmesini sağlayacaktır. Sahip olunan ekonomik ve teknik bilgi ve tecrübe ile daha kalifiye elemanlar istihdam edilebilecektir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler bakımından maksimum bir rekabetin değil, optimum bir rekabetin hedeflenmesi önem taşımaktadır (Sabır, 2013, s. 131).

Rekabet sonucunda elde edilecek kârın düşük olması yani rekabetin artmasının aşırı karları ortadan kaldırarak işletmeleri normal kar ile çalışmaya zorlaması gelişmekte olan ülkelerde yatırım eğilimini kıracaktır. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkeler için çok yoğun rekabet, rekabetin çok az olması kadar zararlıdır (Özkan G. , 2018). Japonya’nın genç endüstrilerin gelişme aşamasına teşebbüsleri rekabetten caydırıcı politikalar izlemesi, endüstrilerin yeterli olgunluğa erişmesinden sonra ise tekrar rekabeti destekleyici politikalarına devam ederek endüstride düzenli bir rasyonalizasyon sağlama çalışmaları, bu olaya açık bir örnek olarak gösterilebilir (Amsden & Singh, 1994, s. 945).

 

Dinamik Verimliliğin Sağlanması Bakımından

Yenilikte etkinlik ya da teknolojik ilerleme, dinamik verimlilik olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde artık rekabet anlayışında kalite, standart bir ürün özelliği haline gelmiştir. Tüm işletmeler, kalite bakımından birbirine yaklaşacakları için kalite rekabeti önemini yitirmiştir. Yeni rekabet anlayışı, kalite dışında diğer unsurlar üzerinde gelişme eğilimi taşımaktadır (Hanan, 1993, s. 135). Bunların başında ise şirketlerin sürekli yenilik yapmaları ve yenilikçi düşünceye sahip olmalarını ifade eden yenilik unsuru gelmektedir. İktisadi faaliyette bulunan teşebbüslerin maliyetlerini düşürmelerinde etkili olan ana yol, teknolojilerin kullanılmasıdır. Mal ve hizmet piyasalarındaki satıcı, üretici ve dağıtıcıların rekabet üstünlüğünü sağlamak ve devam ettirebilmek için yenilikçi olmaları gerekmektedir (DPT, 2000, s. 2).

Yenilikler, teşebbüs düzeyinden başlayarak üretim maliyetlerinde azalmaya ve verimlilik artışlarına yol açarak teşebbüslerin rekabet güçlerinin artmasına olanak sağlayacaktır. Teşebbüslerin artan bu rekabet gücü sayesinde kazandıkları büyüme ise ulusal düzeyde rekabet gücünün ve ulusal düzeyde büyümenin artmasına katkı sağlamaktadır. Daha fazla kar elde etmek amacında olan üretici, satıcı ve dağıtıcılar, teknolojilerini yenileyip rekabet güçlerini artırabilmek için AR/GE faaliyetlerine girişecekler, bu da teknolojik ilerlemenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. (Schumpeter, 2020)

Günümüzde teknolojinin geldiği noktada, basit ve ucuz maliyet ile yapılabilecek teknolojik gelişme ve keşifler halihazırda gerçekleşmiştir (Günther, 1969, s. 2). Bu durum, günümüzde yüksek teknoloji alanlarındaki AR/GE faaliyetleri için yapılan harcamaların yalnızca büyük teşebbüslerin sahip oldukları ekonomik ve teknik kaynaklar sayesinde karşılanabileceğini, bu şekilde teknolojik gelişmenin sağlanabileceğini ve ekonomik büyümenin temin edilebileceğini ortaya koymaktadır. Büyük teşebbüsler, çok daha iyi finansman olanaklarından yararlanabildikleri için bu olanaklarını AR/GE faaliyetlerinde ve yabancı pazara girme konusundaki yatırımları için kullanabilmektedirler.

Yenilik yalnızca, yeni bir malın piyasaya sürülmesi ya da piyasada bulunan malın kalitesindeki artışı ifade etmez. Bununla birlikte; yeni üretim teknikleri, icatları ve kullanımını, yeni bir piyasanın oluşumunu, yeni hammadde kaynaklarının üretimini ve yeni bir endüstriyel organizasyon oluşumunu da ifade etmektedir (Özsağır, 2008, s. 342). Bu yeniliklerin tamamı teşebbüslerin rekabet güçlerine olumlu katkı yapacak ve uluslararası düzeyde değerlendirildiğinde, ülkeye, diğer ülkeler karşısında avantaj sağlayacaktır.

Tüm bu getirileri ile birlikte düşünüldüğünde, rekabetin teknolojik ilerlemeye ve dolayısıyla toplumsal refaha olan katkısı çok yüksek düzeydedir. Tüketim mallarında yapılan yenilik, üretimde yeni yöntemlerin kullanılması ve endüstriyel organizasyonlarda yapılan yenilik iktisadi yapıda değişime neden olan en temel unsurlardır (Kocatepe, 2007, s. 102).

Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan son derece hızlı gelişmeler, bu sektörlerde faaliyet gösteren teşebbüsler başta olmak üzere mal ve hizmet piyasalarındaki tüm teşebbüsleri iş birliği yapmaya zorlamaktadır. Bu sektörde teknolojik yenilikleri ilk olarak piyasaya süren işletme o mal ve hizmetin standartlarını belirlemiş olmaktadır. Dolayısıyla bu şirketlerle rekabet edebilme ve piyasaya girme koşulu, onlarla piyasadaki yaygın standartlar konusunda iş birliğine gitmek ve yeni geliştirilecek teknolojik standartlar konusunda ortak stratejiler belirlemek olmaktadır (Söylemez, 2001, s. 70). İş birliğinin ekonomik anlamda sağlayacağı faydalar; makro, meso ve mikro düzeyde bir ayrıma tabi tutulabilir.

Makro düzeyde büyük ölçekli ekonomik birimler arasında daha verimli ilişkilerin ortaya çıkmasını sağlayabilmektedir. Bunlar farklı endüstrilerdeki şirketler arasında, ekonomik birlikler arasında ve hükümetler ile diğer ekonomik birimler arasında olabilmektedir. Meso düzeyde ise şirketler ve yatırımcılar arasında, alıcı ve tedarikçi şirketler arasında ve aynı piyasada rekabet eden şirketler arasında görülebilmektedir (Özcan, 2006, s. 106).

Belirli endüstrilerdeki teknolojiler ile tüketici tercihlerinin doğası ve bazı endüstrilerdeki hızlı teknolojik ilerleme, Rekabet Hukuku’nun belirlenmesinde, rekabetin temel hedefi olarak statik verimliliğe verilen ağırlığın ve rekabetin fonksiyon ve faydalarının değerlendirilmesinde dinamik verimliliğin önem ve önceliğinin göz önünde bulundurulması gerektirmektedir. (Evenett, 2005, s. 7). Yenilik, yeni ekonomik düzende belki de rekabetin en önemli fayda ve fonksiyonunu ifade etmektedir.

 

SONUÇ

Geleneksel rekabet anlayışlarında büyümeye bakış açısı Harvard Okulu’nun görüşleri doğrultusunda büyük şirketlerin piyasadaki rekabeti her zaman, herhangi bir şekilde engellediği algısı temelinde şekillenmiştir. Günümüzün küreselleşen ve aynı zamanda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler dolayısıyla değişen Yeni Ekonomi düzenine dair, rekabet ve büyümeye ilişkin görüşler, Chicago Okulu anlayışına daha yakın ve Schumpeterian bir çizgidedir.

Teşebbüslerin büyümeleri, üretimde ve kaynak dağılımında verimliliğin sağlanması konusunda olumlu etkiye sahip olmak yanında günümüzde büyük harcamalar gerektiren AR/GE yatırımlarının sağlanabilmesi için de zorunludur. Rekabetin korunması düşüncesi ile teşebbüslerin büyümelerinin devlet tarafından engellenmesi, piyasada yalnızca söz konusu bu harcamaları yapacak ekonomik güce sahip olmayan, yani küçük ölçekli teşebbüslerin bulunması teknolojik gelişmeyi doğrudan olumsuz etkileyecektir. Küreselleşen dünyada, gelişmekte olan ülkeler için rekabetin sağlanması ve korunması uğruna yapılacak katı Rekabet Hukuku düzenlemeleri ve uygulamaları, teşebbüs düzeyindeki büyümelerin ulusal ve uluslararası düzeydeki ekonomik büyüme üzerindeki pozitif etkisi göz önüne alınmadığı için gelişmekte olan devletlerin uluslararası ekonomi arenasında etkin olamamalarına sebep olmaktadır.

Büyüme pek çok durumda gelişmenin, değer yaratmanın ve teknolojik ilerlemenin vazgeçilmez unsuru olarak görülmektedir. Rekabet Hukuku sistemlerinin bugünün şartlarına göre hazırlanmadığının dikkate alınması ve büyük bir hızla değişen rekabet kavramı ve ekonomik düzene uyum sağlayabilecek şekle getirilmesi için tekrar gözden geçirilmesinin, rekabet hukukunun uygulama alanına giren her bir olayın kendi içinde, rule of reason ilkesi doğrultusunda değerlendirilmesi, dinamik rekabetin günümüzdeki önemi göz önüne alınarak teşebbüslerin büyümek için yaptıkları faaliyetlerinin sınırlarının özellikle kırılgan hakim durum ve potansiyel rekabetin varlığı göz önünde bulundurularak, doğru bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Rekabet Hukuku’nun günümüz ekonomik hayatına uyum sağlaması ve büyüme konusunda daha esnek olması statik verimliliğin ve özellikle dinamik verimliliğin sağlanması neticesinde toplum refahının gerçekleştirilmesi için büyük önem arz etmektedir.

 

Av. Suat Şimşek -Managing Partner

Av. Burak Oğulcan Saygılı -Attorney at Law

                                                                                  

 

                       

Kaynakça

 

Agrew, J. H. (1985). Competition Law. Londra.

Akıncı, A. (2001). Rekabetin Yatay Kısıtlanması. Rekabet Kurumu Lisans Üstü Tez Serisi No:5.

Amsden, A., & Singh, A. (1994). The optimal degree of competition and dynamic efficiency in Japan and Korea. European Economic Review(38), 941-952.

Aslan, İ. Y. (1998). Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku Mevzuatı. Ankara: Rekabet Kurumu Yayınları.

Bayraktar, Y., & Kaya, H. İ. (2016). Yeni Ekonomi ve Değişen Rekabet Anlayışı: Karşılaştırmalı Bir Analiz. The Journal of Knowledge Economy & Knowledge Management, 11(1).

Clark, C. J. (1965). Competition as a Dynamic Process. Washington DC.

Demiröz, A. (2003). Yeni Ekonomide Rekabet Kuralları. Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezi.

DPT. (2000). Sekizinci 5 Yıllık Kalkınma Planı, Rekabet Hukuku ve Politikaları. Ankara: Özel İhtisas Komisyon Raporu.

Ersin, M. A. (1994). Rekabet teorisi ve Rekabetin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı. Demokrasi Gündemi, 24-26.

Esen, Ş. (2006). Piyasaların Rekabetçi İşlevlerini Sürdürmesinde Rekabet Hukukunun Rolü: Piyasaya Giriş Engellerinin Rekabet Hukuku Açısından Değerlendirilmesi. (Doktora Tezi) Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü , 26-27 ve 29.

Evenett, S. J. (2005). What is the Relationship between Competition Law and Policy and Economic Development? University of Oxford, 7.

Günther, E. (1969). Die Bedeutung der Konzentration für den technischen Fortschritt und die internationale Wettbewerbsfahigkeit, Salin/Stohler (Hrsg.), Notwendigkeit und Gefahr der Konzentration in nationaler und internationaler Sicht. 2.

Hahn, R. W. (2001). A Premier On Competition Policy And The New Economy. AEI-Brokings Joint Center For Regulatory Studies, 9-10. www.aei.brookings.org adresinden alındı

Hanan, M. (1993). Yarının Rekabeti,. (Z. Kültevin, Çev.) İstanbul: İnkılap Kitapevi.

Hayek, F. (1996). Hukuk, Yasama ve Özgürlük: Özgür Bir Toplumun Siyasi Düzeni (Cilt 3). (M. Erdoğan, Çev.) İş Bankası Yayınları.

Kocatepe, H. (2007). Devlet Yardımlarının Firmaların Rekabet Gücü Üzerine Etkisi. (Yüksek Lisans Tezi) Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü , 102.

Özcan, A. (2006). Ağ Ekonomisinde Teknoloji ve Rekabet İlişkisinin Analizi. (Doktora Tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 106.

Özkan, G. (2018). Ekonomik Gelişmede Rekabet Hukukunun Önemi. Onuncu Uluslararası Avrasya Ekonomileri Konferansı, 421-429.

Özkan, H. (1992). Sosyal Piyasa Ekonomisinin Rekabet Boyutu. Tükelmat Yayınevi.

Özsağır, A. (2008). Dünden Bugüne Büyümenin Dinamiği. KMU İİBF Dergisi, 332-347.

Öztunalı, A. (2008). Birleşme ve Satın Alma Yoluyla Değer Yaratımı. (Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 28-29.

Romer, P. (1986). Increasing Returns and Long-Run Growth. Journal of Political Ecolitical Economy(94), 1002-1037.

Rosner (Uyanış), F. (2001). Avrupa Birliği Rekabet Hukuku ile Karşılaştırmalı Olarak Türk Rekabet Hukukunda Birleşme ve Devralma Sayılan Haller ve İzne Tabi Birleşme veya Devralmaların Değerlendirilmesi. (Doktor Tezi) Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 88.

Sabır, H. (2013). Küreselleşen Dünyada Rekabet Politikası ve Gelişmekte Olan Ülkeler. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 1(1), 121-135.

Sanlı, K. C. (2000). Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da Öngörülen Yasaklayıcı Hükümler ve Bu Hükümlere Aykırı Sözleşmelerin ve Teşebbüs Birliği Kararlarının Geçersizliği. Rekabet Kurumu Lisans Üstü Tez Serisi(3).

Scherer, F. (1980). Industrial Market Structure and Economic Performance.

Schumpeter, J. A. (2020). Capitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi. (H. İlhan, Çev.) Alter Yayınevi.

Söylemez, A. (2001). Yeni Ekonomi, Rekabet ve Rekabet Politikaları. Ekonomik Yaklaşım Dergisi, 12(40), 70.

Stigler, G. J. (1949). The Theory of Price. New York: The Macmillan Company.

Türkkan, E. (2001). Rekabet Teorisi ve Endüstri İktisadı. Ankara: Turhan Kitabevi.

Whish, R., & Bailey, D. (2012). Competition Law (7 b.). New York: Oxford Univercity Press.

Yurttançıkmaz, Z. (2014). Seçilmiş Ülkelerde Rekabet Gücünün Belirleyicileri ve Büyüme İlişkileri. (Doktora Tezi) Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 39.

Yülek, M. (1997). İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu Politikaları Üzerine. Hazine Dergisi(6), 3.

Etiketler:

Yorum Bulunamadı

Yorum Yapın